Ana Sayfa
İletişim
sayfa-2
sayfa-3
sayfa-4
sayfa-5
sayfa-6
sayfa-7
sayfa-8
sayfa-9
Sayaç
sayfa-10
sayfa-11
sayfa-12
sayfa-13
sayfa-14
sayfa-15
sayfa - 16
sayfa - 17
sayfa - 18
sayfa - 19
sayfa-20
sayfa-21
sayfa-22
sayfa - 23
sayfa - 24
sayfa -25
Qariqatüru -Karikatürler
Gireye Pela Umbazu
 

sayfa -25






Kerdene (ker-) - Kirin (k-) - Kärdän (kon-)
Ez ke bikeri (bikera) - Ez/min ko (ku) bikim - Män ke bokonäm
Tı ke bıkere - Tu ko biki - To ke bokonî
O/A ke bikero - Ew ko bike - U ke bokonäd (Bokone)
Şime! - Herin! - Berävîm (Berîm)!...
Şerime ? - Em herin ? - Berävîm (Berîm) ?
Ez ceniye veneno - Ez/Min jin dibinim - Män zän mîbînäm
Ez a ceniye veneno - Ez/Min we jine dibinim - Män ân zän râ mîbînäm
Mı ceniye diyo - Min jin dit (di) - Män zän dîdäm
Ez neveneno - Ez/Min nabînim - Män nemîbînäm
Wendene - Xwendın - Xândan
Wastene - Xwestın - Xâstan
Werdene - Xwar(d)ın - Xordan
Berz - Bılınd - Boland
Seperz (serpez) - Sıpıl - Seporz
Serre - Sal - Sâl
Çewres - Çı(h)ıl - Çehel
Rakerdene - Vekırın - Bâz kärdän
Ardene - Anin - Âvärdän
Wendene - Xwandin - Xândän(xundän)
Vatene - Gotin - Goftän
Dızd - Dız - Dozd
Game - Gav - Gâm
Name - Nav - Nam/Esm
Amaene - Hatin - Âmädän
Weçinitene - Helbijartin - Vär çîdän/Bär çîdän
Şiyaene - Çun - Räftän
Verg - Gur - Gorg


----------------------------




Kendimi sizlere kısaca tanıtmak istiyorum: Adım Jost Gipert. Frankfurt Üniversitesi'nde Karşılaştırmalı Dilbilim (Vergleichende Sprachwissenaschaft) profesörüyüm ve yaklaşık bir yıldır Zazaca ile de uğraşmaktayım. Bu dile yönelmeme burada hazır bulunan bazı arkadaşlar neden oldu, bu vesile ile kendilerine yürekten teşekkür etmek istiyorum: Frankfurt ve çevresinde bu kadar enteresan bir dil olan Za...zaca'yı konuşan epeyce bir kitlenin varolduğuna dikkatimi çektiler. Bunun üzerine kendileriyle birlikte yaklaşık bir yıldır bu dilin gramerini irdelemeye çalışıyoruz. Ne yazık ki henüz konuşmamı Zazaca yapabilecek düzeye gelemedim, bundan dolayı Almanca konuşmak zorundayım.

tp://s22.postimg.org/5x2a399pt/gippert_stammbaum_iraniische_sprachen_querbezieh.jpg

Sunumun konusu, İranoloji bakış açısıyla karşılaştırmalı olarak Zazaca'nın tarihsel gelişimi olacak. Zazaca'nın İrani diller ile karşılaştırılarak irdelenmesi, onun İrani bir dil olmasından dolayı mümkündür. Bunu açıklayabilmem için daha gerilere gitmem gerekecek.

Her ne kadar bununla ilgisi az görünüyor olsa da, konuya büyük Pers Krallıkları, Ahamenişler (Akamenidler) dönemine bir göz atarak başlamak istiyorum. Bu sülaleden olan Büyük Kral Darius İ.Ö. 522 yılında Pers Kralliginin başına geçti. Pers Krallığı Darius'tan önce de bu sülaleden kimseler tarafından yönetilmişti. Ancak, Darius iktidarı ele aldığında kendinden öncekilerden farklı olarak büyük bir anıt yaptırdı ve bu anıtla kendisini yazılı formda ebedileştirdi. Şekil 1 geçen yüzyılda resmedilip yayınlanan Batı İran'daki Behistun'un büyük kaya yazılarını göstermektedir. Peki, bu anıtın önemi nedir? O dönemlerde başka krallar da kendilerine anıtlar yaptırmışlardı. Behistun Anıtı'nın önemi ise, üzerinde Farsça yazı bulunan ilk anıt olmasındadır. Anıt, İrani bir dilin bizim için elle tutulabilir en eski sertifikasını göstermektedir. Kullanılan yazı çivi yazısıdir. Şekil 2 yine Kitabenin Farsça bölümünden kısa bir özeti göstermektedir. Tekst üç dilde yazılmıştır. Eski Farsça'nın dışında Babilce ve Elamca da yer almaktadır. Bu diller İrani dil olmadıkları için üzerinde durmamız gerekmiyor. Bununla şunu demek istiyorum:

Darius bir Pers'ti ve onun döneminde konusulan Farsça, günümüz İran devlet dilinin önceki aşamalarından biri olan eski Farsçaydı. Yani modern veya yeni Farsça'nın Ahamenişler zamanında, Darius dönemi de dahil olmak üzere, eski Farsça'dan çok az farklılık arzeden bir kaç dil kesinlikle vardı. Ahamenişler'den önce İran'da başka krallıklar da hüküm sürmüştü, örneğin Medler. Medler'in adlarıyla ilişkilendirilen dili ise Medceydi. Bu dil, Babil dili ile Elamca'ya karşılık Farsça daha yakın bir dildi. Hatta eski Farsça konuşan biri kolaylıkla anlayabilirdi. Bu nedenle biz bu dili İrani bir dil, eski Farsca'nın kardeş bir diyaleği olarak tabir edebiliriz. Bu, eski Farsça'ya hiç benzerliği olmayan Babil dili ile Elamca için geçerli değildir.

Medce ve eski Farsça'nın yanısıra aynı dönemde, İran İmparatorluğu toprakları içinde ve dışında, haklarında az şey bildiğimiz birkaç İrani diyalekt daha olduğunu varsayıyoruz. Elimizde, sadece bir başka İrani dilden, Avestceden bir kaç belge var. Eski Farsça'ya karşın Avestçe'de çivi yazısı kullanılmamıştır. Aslında bu Avestçe belgeler o dönemin konuşulan Avestçe belgeleri değildir. Ama Darius'un ilk çivi yazılarını Behistun'un kaya duvarlarına yontturmadan belki 100, belki de 300 yıl önce, Zerdüşt adında bir din kurucusu bu dilde tekstler yazmıştı. Bu tekstlerin günümüze değin aktarılmalarının sebebi, önemli bir dinin temel kuramlarını oluşturmalarındandır. Zerdüşt dini, yani Zerdüşt'ün kurduğu din, İran İmparatorluğu'nda Ahamenişler arasında devlet dini statüsüne ulaşmış ve bu statüsünü esas olarak İslam'ın İran'a gelişine dek (yani İ.S. 7. yy.'a kadar) korumuştur. Bu yaklaşık olarak 1200 yıllık bir sürece denk gelir. Bizler günümüzde Zerdüşt ve haleflerinin Avestçe yazılarını çok sonraları yazılmış olan el yazmalarından tanıyoruz. Henüz varolan en eski el yazmaları İ.S. 13. yy.'dan kalmadır. Şekil 3 bu el yazmalarının küçük bir bölümünü göstermektedir. Zerdüşt'ün belki de İ.Ö. 8. yy.'da yaşamış olduğunu düşünürsek, el yazmalarının içinde bulunduğu tekstlerin kaleme alınışından 2000 yıl sonra yazılmış oldukları ortaya çıkar. Buna rağmen el yazmaları bize Avestçe'nin konuşulduğu, yani Zerdüşt'ün henüz yaşadığı dönemde tonlamalarının nasıl olduğu, gramerinin nasıl oluşturulduğu ve ne tür kelime formlarına sahip bulunduğu hakkında oldukça net bir resim vermektedir. Burdan hareketle biz, Avestçe'nin de eski Farsça ile oldukça yakın akraba bir dil olduğunu biliyoruz. Bu da Avestçe'nin eski bir İrani diyalekt olduğunu açıkça göstermektedir.

Şekil 4'teki harita Ahamenişler döneminde İrani boyların yaklaşık olarak dağılımı ile konuştukları diller hakkında bilgi veriyor. Esas olarak Ahamenişlerin yaşadığı yer -burada Persis, olarak gösterilen- Güneybatı İran'daki küçük bir bölgedir. Darius'un da geldiği bu bölgede eski Farsça konuşuluyordu. Persis'in kuzeyinde Farslar'ın fethettikleri ülke olan ve fetih öncesi Elamca'nın konuşulan Elam Ülkesi bulunuyordu. Bu dilin İrani bir dil olmadığından kesin eminiz, bununlar birlikrte hakkında en azından bilinen herhangi bir dil ile akraba olup olmadığı konusunda fazla bir bilgimiz yok. Daha öte kuzeyde, Med Ülkesi'nde Medce konuşulmuş olmalı. Bu dil, bahsettiğimiz gibi, Med İmparatorluğu'nun dili idi ve Medler İran İmparatorluğu'nun ilk sahipleriydi. Eski Farsça'nın kardeş bir diyalekti olmasına rağmen, ne yazık ki her iki dil arasındaki bütün farklılıkları kesin olarak tek tek ortaya koyamıyoruz, çünkü bu konuda yeterli bilgiye sahip değiliz.

Med Ülkesi'nden hareketle doğuya doğru Part Ülkesi (Partien) bulunmaktadır. Partlar da -hakkında daha sonra bazı şeyler söylenecek- İrani bir dil konuşuyorlardı. İrani dillerin konuşulduğu, daha doğrusu çok eskiden beri İrani dillerin konuşulduğunu tahmin ettiğimiz diğer yerlerden bazıları en doğuda bulunan Sogdiana, Horesmia, Baktriane ya da Arakhosia'dır. İrani diyalektler buralardan da öteye, haritada İskitler ve Sarmatlar olarak adlandırılan Karadeniz ile Hazar Denizi'nin kuzey bölgelerine kadar yayılmış olmalılar. Bu sonuca sadece yine dolaylı olarak yer ve nehir adlarıyla sınırlı ve çok az bulgularla varıyoruz. Rusya'nın veya Ukranya'nın haritasına bakıldığında, her ne kadar Don, Dinyeper veya Dinyester isimleri okunuyorsa da, bunlar Rusça değil, köken olarak İrani adlar olduğu bilinmelidir.

Böylece Ahamenişler İmparatorluğu döneminde İrani boyların ve dillerin yayılımı yaklaşık olarak çizilmiş oldu. İrani dillerin konuşulduğu bölgelerin sınırları ile Ahameniş İmparatorluğu'nun sınırları aynı değildi. Bu bölgeler, daha ziyade İrani dil konuşan halk ve boylar ile örtüşüyordu.

Ahamenişler'in hükmü çok uzun sürmedi. Darius'tan hemen 200 yıl sonra, Büyük İskender olarak bildiğimiz Makedonyalı İskender'in büyük zaferiyle ile son buldu. O, sadece İran'ı değil, daha önce İran İmparatorluğu'na ait olan diğer ülkeleri de fethetmişti. İskender ile çivi yazısının kullanımı da hemen son buldu. Ondan sonra, eski Farsça tekstler de dahil olmak üzere, dünyada çivi yazısı ile hiç bir tekst yazılmadı. Ancak İskender'den sonra İrani dillerin tekrar yazımı fiilen bir kaç yüzyıl sürdü. İskender hükümranlığının geride bıraktıkları üzerine inşa edilen Part İmparatorluğu'nun gelişimi ile İrani bir dil olan Partça tekrar devlet dili düzeyine ulaştı.

Fars Ülkesi'nde oldukça merkezinde, İran'ın başkenti Tahran'ın olduğu yerde Part bölgesi gösterilmiştir. Fakat eski dönemlerde Partlar 'ın tam olarak bu bölgeye yerleştiklerini kesin bir şekilde söyleyemiyoruz. Ancak, merkezi Kuzey İran'da bulunan ve Arsaklı Hanedanlığı tarafından hükmedilen Part İmparatorluğu'nun, yaklaşık olarak İ.Ö. 3. yüzyıldan İ.S. 3. yüzyıla kadar varoldoğunu söyleyebiliriz. Bu dönemden kalma Partça yazılı belgeler oldukça azdır, zira Arsaklıların hükmü süresince -Büyük İskender döneminden öğrenildiği gibi- çoğunlukla Yunanca veya Aramice yazılıyordu. Harflerin yazılım şeklinden dolayı Sami dili ile İbranice'ye yakın akraba olan Aramice, iletişim dili olarak bütün yakın doğuda oldukça yaygınlık kazanmıştı. Bunun verdiği rahatlıkla, Partlar da diğer İrani boylar gibi, kendi dilleri için bir yazım biçimi geliştirmeye yönelmediler. Bunun yerine bütün yazılı iletişimlerini iki dilde yaparak, amaca uygunluğu kabul edilen Yunanca ve Aramice ile sorunu hallettiler.

Temelde Aramice Alfabe'nin kullanılmış olmasına rağmen, zamanla İrani dillerin yazımına da geçildi. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Arsaklılar döneminden kalma Partça yazılı belgeler oldukça azdır. Bu belgeler daha çok Fars tarihinin bir sonraki çağında, Sasaniler döneminde artmaya başlıyor.

Kral Ardeşir ile İ.S. 3. yüzyılda başlayan Sasaniler dönemi, islamiyetin istilasına, yani Araplar'ın 7. yüzyılda Fars Ülkesi'ni işgaline kadar sürdü. Bu dönemden kalma Partça yazılı Kitabeler günümüze kadar ulaşmıştır. Fakat bunun yanısıra Sasaniler döneminde bir başka İrani dil olan ve Ahamenişler döneminin eski Farsçası ile günümüzün Yeni Farsçası arasında basamak işlevi gören Orta Farsça ön plana çıkmaya başlar. Hatta bazı Kitabeler yanyana hem Partça, hem de Orta Farsça kaleme alınmıştır; kullanılan yazıma her iki durumda da Aramice Alfabe temel olmuştur. Orta Farsça, sonraki biçimiyle İslam'ın etkili olduğu alanının dışında, örneğin İslam'ı kabullenmeyen Zerdüşt dinine inanan Parsiler tarafından da kullanılmış. Parsilerin yazılı eserleri Partlar 'ınkinden daha da kapsamlıdır. Şekil 5 Kitap-Pehlevicesi-devri diye adlandırılan tipik bir elyazması üründen örnek göstermektedir.
Buna rağmen Partça'dan hatırı sayılır bir miktarda dil malzemesi kalmıştır ve bize başka kaynaklarla aktarılagelmiştir. Bu belgeler bize diğer yazınsal anıtlardan farklı olarak, ses yapılarının oldukça doğru şekillendirildiği bir yazım çeşidi ile Mani yazım biçimiyle yazıldıklarından dolayı, Partça (ve Orta Farsça) seslerin Sasaniler döneminde gerçekten nasıl tonlanmış olabilecekleri hakkında daha aydınlatıcı bilgiler sunmaktadır. Fakat bu belgeler aslında Pers Ülkesi'nde değil, İran sınırlarının oldukça ötesinde günümüzde Çin'e ait olan bir bölgede bulundular. Bu bölgenin büyük bölümünde bir Türk boyu olan Uygurlar ikamet etmektedir. Yüzyılımızın başında, bahsi geçen Hsinkiang-Uygur (Çin Türkistanı) eyaletinde, büyük Taklamakan Çölü'nün kuzey ve güneyinden geçen İpekyolu boyunca bir çok manastır keşfedildi. Şu an bildiğimiz kadarıyla Sasaniler döneminde bu manastırlar bazan Budistler, bazan Zerdüştiler, Mani dinine inanan Manistler ve Hıristiyanlar tarafından kullanılmıştır. Onlardan kalan el yazmaları, arkeologlar tarafından günışığına çıkarıldılar. Partça ve Orta Farsça'nın yanısıra bu el yazmaları ile Sogdca ve Saka dili gibi başka İrani diller de anlaşılır hale geldiler. Bunların yanısıra Hint Sanskritçesi, Prakritçe (Prakrit), eski Çince veya sonraları yok olan Toharca gibi İrani olmayan diller de manastırlarda yazı dili olarak mevcuttu.

Şekil 6 Turba Vahası'ndan kalma Mani el yazmalarından tipik bir örnek göstermektedir. Bu aynı zamanda araştırmacıların da yazıların incelenmesinde çektikleri sorunları ortaya koymaktadır, şöyle ki: Bu belgelerin büyük bir kısmı bu yüzyılın başındaki keşiflerine dek, geçen yaklaşık 1500 yıllık süreden dolayı, eksiksiz okunabilecek bir durumda günümüze ulaşamamıştır. El yazmalarının bazıları büyük çabalar sonucu biraraya getirildiği sırada her defasında bazı parçalar eksikti, hatta eksik parçalardan bazıları ise hiç bulunamıştır. Bundan dolayı eldeki bulgular, tanıdığımız Partça ve diğer Orta-İrani diller hakkındaki bilgilerimizi zenginleştirebilecek kadar kapsamlı değil. Ancak burada diyebiliriz ki, İ.S. birinci yüzyılda Partça, Orta Farsça, Sogdca, Saka dili ve diğer İrani dillerin nasıl bir ses yapısına sahip olduğu hakkında oldukça net bir konsepte sahibiz.

Peki, bütün bunların Zazaca'yla ve onun tarihiyle olan ilgisi ne? Çok; çünkü günümüzde konuşulan diğer bütün İrani diller gibi Zazaca'nın kökeni de Orta-İrani bir dile dayanıyor. Buradan hareketle, bin yıl önce bir İrani dilin varolmuş olması gerekir ki, Zazaca bu bin yıllık süreç içerisinde tarihsel olarak günümüze değin kendisini geliştirmiş olmalı diyebilelim. Aynı zamanda Zazaca'nın daha da gerilerde, ta 2000, 3000 veya 4000 yıl önce, tarihsel gelişimine sürekli kaynaklık eden (eski İrani) kademeleri olmuş olmalı.

Şekil 7'de kabul gören bu gelişmeyi şematik olarak soyağacı biçiminde göstermeye çalıştım. Soyağacında ilk önce en üst sırada günümüzde yaşayan İrani dilleri görüyoruz. Şema, soldan itibaren İran'ın devlet dili olan Yeni Farsça ile başlıyor. Devamında Farsça ile özellikle sıkı akrabalıkları olan, hatta diyalektleri olarak da kabul edilebilinen, iki dil gösterilmiştir; bunlar Afganistan'da konuşulan Dari dili ile Tacikistan'da konuşulan Tacikçe'dir. Bunlardan sonra, Farsça'ya biraz daha uzak olan ve Tatice olarak adlandırılan dil gelmektedir ki, bu dil örneğin Kafkaslarda yanlızca çok küçük topluluklar tarafından konuşulur. Daha sonra Zazaca'yı da içinde saydığım beş dilden oluşan bir grup gelmektedir. Bu grup İrani bir dil olan ve Hazar Denizi'nın güneybatı kıyılarında konuşulan Talişçe ile başlamaktadır. Ardından İrani dil ailesinin en batı kısmını temsil eden Kürtçe ve Zazaca gelir. Bir sonraki bölümde ise İran'ın içi ile Hazar Denizi'nin güneyinde konuşulan Hazar Diyalektleri olarak adlandırılan gurup yer alır. İsmen belirtmek gerekise, Semnanca, Gilanca, Mazendaranca örnek olarak verilebilir. Grubun sonuncusu olarak, günümüzde Güney Pakistan'ın büyük bir bölümüne yayılan, yani İrani dillerin konuşulduğu coğrafyanın oldukça doğusunu teşkil eden Beluçice sayılabilir. Daha doğuda Paraçi, Ormuri, Paştu dilleri ile Pamir Diyalektleri bulunuyor: Adlandırılan ilk üç dil Afganistan'da konuşulur. Bunlardan Paştuca ülkenin ikinci devlet dilidir ve genelde basit bir şekilde Afganca olarak da adlandırılır. Pamir Diyalektlerinin Tacikistan'da konuşuluyor olmasına rağmen Diyalektlerin Tacikçe'den ziyade Paştuca ile yakınen ilişkişi vardır. Ayrıca, biraz daha ötede bulunan Yağnobi dilini de Tacikistan'da görmekteyiz. En son olarak yine İrani dillerin konuşulduğu coğrafyanın en kuzeybatı ucunda, yani Kafkasya'nın ortasında bulunan Osetçe yer almaktadır (şekil 8 günümüzde konuşulan İrani dillerin dağılımını bu kez de harita üzerinde göstermektedir.).

Şöylemiş olduğum gibi şekil 7 bir soyağacıdır: Aşağıya doğru inen veya tersinden bakıldığında yukarıya doğru uzanan çizgilerin yardımıyla tarihsel bağlar görülmektedir. Böylece ikinci sırada Orta-İrani diller çağına tahsis ettiğimiz diller yerleştirilmiştir. Bu, yaklaşık olarak İ.Ö. 2. yy. ile İ.S. 8./9. yy. arasında konuşulmuş olan diller anlamına geliyor. Yeni Farsça ve onun kardeş diyalektlerinin ilk kademesi olarak kabul edilişinden dolayı, en solda yer alan Orta Farsça, bu çağa denk düşüyor ve dilin Güneybatı-İrani kolunu temsil ediyor. Partça daha önce de söylendiği gibi, yine aynı döneme, Orta-İrani diller çağına denk düşmektedir. Fakat farklı gelişme seyri izleyen Partça, Zazaca'nın da kendisinden sayıldığı Kuzeybatı-İrani olarak adlandırılan bir koldur. Şemada yer alan diğer Orta-İrani diller, yani kendi döneminde İrani dillerin konuşulduğu coğrafyanın en doğusunda konuşulduğu varsayılan Saka dili, günümüz Afganistan'ının herhangi bir yerine yerleştiribileceğimiz Baktrice ve coğrafyanın kuzeydoğusunda, Sogdiane'de konuşulmuş olan Sogdca, dilin Doğu-İrani kolunu temsil etmektedir.

Partça ile tarihsel olarak ondan sonra gelen beş dil arasında kesin çizgiler çizemiyoruz. Bu, günümüzde konuşulan Kuzeybatı-İrani dillerin doğrudan doğruya Partça'ya dayanmadığı anlamına gelir. Bunun nedeni, Orta-İrani dil olan Partça'nın kuzeybatıda konuşulan birçok Orta-İrani diyalektten sadece birini temsil ediyor olmasındandır. Partlar 'ın İmparatorluğa hükmettikleri zaman -yani Ahamenişler döneminde- Kuzeybatı İran'ın dil coğrafyası diyalekt açısından o zaman bile epeyce farklılıklar içermiş olmalı ki, bu lehçelerden bazıları hala oldukça çeşitli bölgelerde bulunan, günümüzdeki kuzeybatı İrani dillerin temelini oluşturmuştur. Pakistan'da konuşulan Beluçice'den ve hepinizin de bildiği gibi Türkiye'de konuşulan Zazaca'ya dek uzanır. Bu konuya daha sonra bir daha değineceğim.

Soyağacının üçüncü bölümünde de eski İrani dillerin devrine tahsis edebileceğimiz, yani eski Farsça, eski ve yeni versiyonları bulunan Avestçe ile doğrudan doğruya günümüze aktarılmamış olan Medce görülmektedir. Biz şimdi bu farklı diller arasındaki bağlantıyı bütün devirlerde biraraya getiriyoruz. Güneybatı-İrani, Kuzeybatı-İrani, Güneydoğu-İrani ile Kuzeydoğu-İrani dillerin kayda geçirilen aktarımlarından da önce birer kola sahip olduklarını ve nihayetinde çok eski zamanlarda, hepsine kaynaklık eden en Eski İranca (Uriranisch) denilen dil ve eski Hint Sanskritçeyle İndocermence'yi bu İrani diller ile birbirine bağlayan bir dala vardıklarını kabul ediyoruz.

Daha öncede belirtildiği gibi, soyağacında tek tek diller arasındaki bağlantı oldukça şematik, yani sadece dilbilimsel temeller -bu dilbilimsel gözlemler anlamına gelir- esas alınarak gösterildi. Dilbilim, akraba diller arasındaki tarihi bağları gerçekten de hemen hemen matamatiksel bir kesinlik ile saptamamızı mümkün kılıyor. Orta Farsça ile Yeni Farsça arasında var olan ilişkiler, fonetik kuralları olarak adlandırılan kurallarla ortaya çıkıyor. Bunlar -bütün doğal diller için aynı orana tekabül eden- belli seslerin belli ortamlarda zamanla hemen hemen aynı değişikliğe uğradığı ve bundan hareketle muntazam kuralların tanımlanabildiği olayını yansıtıyorlar.

Doğrusu bu bakış açısı dikkate alındığında, Farsça'ya karşın Zazaca'nın konumu biraz daha güç, zira Yeni Farsça'ya nazaran Zazaca için Orta-İrani basamakta doğrudan doğruya bir öncel gösterememekteyiz. Buna rağmen bize aktarıldığı şekliyle, Zazaca'nın Partça ile en azından oldukça yakından akraba olmuş olması gerektiği tespit edilebiliyor. Bundan da öte, bir yandan Zazaca'nın öte yandan Farsça'nın gelişim sürecinde yaklaşık olarak hangi farklılıkların ortaya çıktığını tesbit ederek tek tek sayabiliyor ve her iki dil arasındaki karşılıklı ilişkileri tamı tamına yakalayabilmek için bunları sistemleştirebiliyoruz.

Şimdi, size soyağacında Zazaca'nın İrani diller bölümündeki pozisiyonunun daha açık görülmesini sağlamak amaciyla ne tür dilbilimsel argümanlarla çalıştığımığızı gösteren birkaç unsur sunmak istiyorum. Bunu yaparken dil sisteminin bütün alanlarından yani fonoloji olarak adlandırdığımız fonetik (sesbilgisi), morfoloji dediğimiz şekilbilgisi, sentaks dediğimiz sözdizimi ile leksik dediğimiz kelime hazinesi alanlarından yararlanabiliriz. Bütün bu alanlardan hareketle bakıldığında Zazaca ile Orta-İrani dil olan Partça arasında gerçekten de çok yakın bir ilişki görülmektedir.

Örneğin Zazaca'nın sık olarak çarpan özelliği, bir diş-dudak ünsüzü [v] ile bir çift dudak ünsüzü [w] olan iki farklı 'v' sesini geliştirmiş olmasıdır. Benzer bir gelişme Farsça'da yoktur. Zazaca'daki her iki sesin oluşumunu şimdi Partça'da öncesinden görebilmek mümkün: Zazaca'da [v] ile başlayan her kelimenin -şayet tanıyorsak- Partça karşılığı olan kelimenin de basit bir [v] ile başladığını tespit ediyoruz. Örneğin Zazaca va ('rüzgar') sözcüğünün Partça karşılığı olan vAd (uzun a-seslisi ile) kelimesi, veya edimsel (verbal) şekil olan vatın ('söyledi'), Partca karşılığı olan vAxttaki gibi. Ayrıca, werdene ('yemek'), waştene ('istemek'), wae ('kız kardeş') veya weş ('iyi, güzel') kelimelerinde olduğu gibi Zazaca'da bir sözcük [w] ile başlıyorsa, bunların karşılığı olan Partça sözcüklerin de her zaman ile başladığına tanık oluyoruz: wxardan ('yemek'), wxAštan ('istemek'), wxAr ('kız kardeş') ve wxaš ('iyi') gibi. Partça'da olarak yazılan bu ses yaklaşık olarak İngilizce when ('ne zaman') veya where ('nerede') sözcüklerindeki sesi gibi telaffuz edilmiş olmalı, yani hem [w]-, hem de [h]-unsurlarını içeren bir sesbileşimidir. Partça'da bu sesbileşiminde [w]-unsuru [h]-unsurundan daha güçlü olmuş olmalı; sonuncusu ise Zazaca'da tümüyle yok olmuştur. Farsça'da ise bunun tam tersi gerçekleşmiştir. Yukarıda belirtilen dört sözcüğün Farsça karşılıkları şöyledir: xordan, xAstan, xAhar ve xoš; hepsi de (Almanca Bach sözcüğündeki ch gibi telaffuz edilen) [x] ile başlıyor ve olarak yazılıyor. yazımda hala yer almakla beraber, telafuzda [w]-unsuru düşmüş ve [x]-unsuru yanlız kalmıştır. Bu, Partça ve Zazaca [w] ile başlayan bütün kelimeler için geçerlidir. Bu gelişme fonetik kuralları açısından tipik bir örnek teşkil etmekle birlikte, Zazaca'yı ayrıca Partça'nın karekteristik özellikleri ile yakın bir ilişki içine koymaktadır.

Şekilbilgisi (morfoloji) alanında, Farsça'da bilinmeyen ama Zazaca'da bir çok fiilin kök oluşturma unsuru olan [-a-] harfinin bulunması da dikkati çekiyor. Örneğin persaene ('sormak') sözcüğünün karşılığı olan pursidan veya bırrnaene ('kesmek') sözcüğünün karşılığı olan buridan için geçerlidir; diğerlerinin karşılıkları olan her iki sözcükte de Zazaca'daki [-a-] yerine uzun bir [-i-] yeralmaktadır. [-a-]-unsuru ile [-i-]-unsuru arasındaki bu fark bir taraftan Partça ile, diğer taraftan da Orta Farsça ile tamamıyla Orta-İrani dönemde de vardı: Orada 'sormak' pursAdan idi, burada ise pursidandır. Zazaca'daki a fonetik kurallar itibariyle Partça'daki uzun A'ya denk düştüğünden dolayı, bu argüman da fevkalade Zazaca'nın Partça'ya olan yakınlığının bir ifadesi olarak kulanılabilinir.

İstek kipi sonekinde de durum aynısıdır. İstek kipi olarak Zazaca'da, Almanca'daki sübjonktife (Konjunktiv) denk düşen form kategorisini gösteriyorum. Örneğin: ez bı-biyênê ('ben olsaydım'). Özelliği [-ênê-] soneki olan bu form, Partça'nın ahêndê unsuru ile oluşturulan geçmiş zaman istek kipi ile kolaylıkla ilişkilendirilebilinir. Burada Zazaca'daki biyênêye, bud-ahêndê oluşum tarzı denk düşmektedir. Sözkonusu ahêndê unsuru ise Orta-İrani diller arasında yine sadece Partça'da yer almaktadır. Buna karşın Orta Farsça'da istek kipi formu tümüyle başka türlü oluşturulmuş: budê olarak. Tıpkı Partça'da bud-ahêndênin Zazaca'da biyênê olarak ortaya çıkması gibi, istek kipi olan bı-kerdênê ('yapılmış olsaydı') da kird-ahêndê olarak ortaya çıkmakta; Orta Farsça'da ise bunun yerine kardê denirdi.

Söz dizimi, sentaks alanında Zazca'nın çok tutucu bir dil olduğu bir çok araştırmacının dikkatini çekmiştir. Aşağı yukarı denilebilir ki, Farsça'nın ta 1500 yıl önce terketmiş olduğu, Zazaca'nın söz dizimindeki özellikleri günümüzde hala karekteristiktir. Ben, şimdiki zaman veya geçmiş zaman formlarına göre kullanımı geçişlı fiillerden farklı olarak düzenlenmiş olan yalın hal (Casus Rectus) ile bükümlü hal (Casus Obliquus) arasındaki ayırımı vurgulamak istiyorum. Örneğin 'ben söylüyorum' şimdiki zamanda ez vanu iken, ez formu geçmiş zamanda ben için kullanılmıyor: 'ben söyledim' ez vat değil de mı vattır (bu bağlamda ergativiteden bahsediyoruz). Daha önce de belirtildiği gibi, bu özellik Farsça'da ta 1500 yıl önce kaybolmuş (o dönemde bile man guyam veya man guftam deniliyordu), fakat Partça'da, tam tamına günümüzde Zazacasında olduğu gibi yer almış. Bunu göstermek için iki örnek vereyim: ez bı-kerine ('ben yapayım') ile buna ait olan geçmiş zaman formu mı kerd ('ben yaptım') arasındaki fark aynı zamanda Partça formları olan az karAm ve man kirdda da ortaya çıkmakta; ve aynı şekilde Zazaca'da ez vanunun karşısında geçmiş zamanda mı vat ('ben söyledim, söylediydim') bulunurken, Partça'da da yanyana ez vájam ve man váxt formları bulunmakta. Orta Farsça'da ise, bunların yerine şimdiki zamanda da, Zazaca ez değilde mıya denk düşecek olan man formu 'ben' için kullanılmış. Bu örnekte de Farsça'nın bunlardan daha da uzaklaştığı, Zazaca'nın Partça ile oldukça yakın ilişkişi olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Partça ile Zazaca arasındaki muazzam yakınlığı gösteren diğer işaretler ise sözlük, yani kelime hazinesi bazında ortaya çıkmaktadır. Bu arada, Farsça'da değil de Partça'da aynılığı ispat edilebilinen tipik bazı kelimelere değinmek gerekiyor. Örneğin biz daha önce 'söylemek' anlamına gelen Zazaca'daki vatene kelimesine değinmiştik. Bu kelime Farsça'daki karşılığına denk düşmeyip de Partça'daki vAxtan kelimesine tam tamına denk düşmektedir; çünkü Farslar 'söylemek' kelimesine çok eskiden beri guftan diyorlardı. Aynı durum Zazaca'da bermaene olan 'ağlamak' kelimesinde de söz konusu. Partça'da bu fiilin karşılığı tamı tamına bulunmasına rağmen -yaklaşık olarak barmAdan olmalı-, Orta Farsca'da 'ağlamak' kelimesi için normalde griyistan deniliyordu. tabii ki bütün karşılaştırmalar bu kadar güzel denk gelmiyor. Herhalde 1500 yıl sürmüş olmalı olan bir gelişmeden de böyle birşey beklenemez. Ayrıca Partça'yı Sasaniler döneminden kalma yazılardan, yani 3. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar olan zamandan tanıdığımız da unutulmamalı. Buna karşın Zazaca'yı yüzyılımızın başından beri yanlızca modern biçimiyle tanıyoruz. Gerekli görüldüğünde arada kalan süreci geriye bakarak kapatmaya çalışıyoruz. Bu anlamda gerçektende yeryüzünde Zazaca'da da olduğu gibi bağlantı oranı yüksek olma başarısı gösteren fazla bir dil yok (denk düşen Partça sözcükler bilindiği takdirde)

Fakat, daha önce belirtildiği gibi, bu alanda yapılan her geriye dönük karşılaştırma başarılı olmamakata: Bazı sözcükler bu resme uygunluk arzetmemektedirler. Örneğin böyle bir durum 'gelmek' sözcüğünde söz konusu: 'o geliyor' Zazaca'da o yeno iken, bu yaklaşık olarak Partça şekli olan Asçd de değilde, tam tamına Farsça Ayad diá sözcüğüne denk düşmektedir. Aynı şey geçmiş zaman biçimi olan amo ('o gelmiş') için de geçerli. Bu Partça Agaddan ziyade Farsça Amad dmá sözcüğüne daha yakın düşmekte. Yani Zazaca ve Partça arasında oldukça ciddiye alınması gereken ayrılıklar da vardır. Bunları açıklamak için bir daha şekil 4'teki haritaya göz atmakta yarar vardır. Haritada 'Partlar ın Ülkesi' (Partien) olarak belirtilen bölgenin esas itibariyle Hazar Denizi'nin güney tarafı olduğundan hareket edersek, o zaman bile -Ahamenişler döneminde, yani milattan önce- bu coğrafyada harfi harfine aynı, tek bir dilin konuşulmuş olmaması gerekiyor. Zazaca konuşulan her hangi bir bölgeden gelen biri, günümüzde de farklı telaffuz biçimlerinin, bir köyden ötekine, ya da en azından bir yöreden ötekinedeğiştiğini, farklı diyalektlerin konuşulduğunu bilir. Bu durumda süreklilik arzeden diyalektlerden bahsediyoruz. Bu durum, tam da zamanlar Partlar 'ın Ülkesinde söz konusu idi: Bu bölge üzerinde de ta eski dönemlerde süreklilik gösteren diyalektler yayılmış olmalı ki, bir köyden ötekine gittikçe farklı konuşulduğu, fakat üç aşağı beş yukarı aynı dilin kullanıldığı teşhis edilebilir. Zazaca gerçekten de bu bölgeden çıktıysa, yani bugün Türkiye'de yaşayan Zazaca konuşanların ataları eğer herhangi bir zamanda Partlar 'ın bölgesinden Türkiye'ye göç ettilerse, bu durumda Partça'dan ziyade, bazı açıdan Farsça'ya yakın veya ondan oldukça etkilenmiş olan o bölgedeki diyalektlerden herhangi birini birlikte getirmiş olmalılar. Bunun tamı tamına ne tür bir diyalekt olduğunu, elimizde direkt aktarılmış kaynaklar (yazılı) olmadığından dolayı, bu gün ne yazık ki söyleyemiyoruz.

Süreklilik arzeden kuzeybatı İrani diyalektlerin ta eski zamanlarda bütün coğrafyayı kapsayarak Doğu Anadolu'ya, yani günümüzde Zazaca konuşulan bölgeye dek uzandığı ise hiç de imkansız sayılmamakta. Fakat bu konuya yönelik dilbilimsel belirtiler yok. Ancak dilbilim, Zazaca'ya yakın olan dillerin, geçmiş çağlarda Partlar 'ın çevresinde yerleşmiş olmaları gerektiğini tesbit edebilir. Ve gerçekten Zazaca'ya en yakın olan diller, günümüzde de Hazar Denizi yakınlarında bulunmaktalar. Bunlar; yukarıda hakkında söz etmiş olduğum Hazar Denizi diyalektleri olarak adlandırılan diyalektlerden bazılarıdır.

Böylece, şu ana kadar benim veya meslektaşlarımın Zazaca'nın dil tarihi hakkında sahip olduğumuz bilgilerin ışığında size aktarmak istediğim konuşmamın sonuna gelmiş oldum. İlerliyebilmemiz için yapılması gereken daha çok şey var. Özellikle oldukça çok araştırma malzemesi elde etmemiz gerekiyor. Fakat, düşündüğüm gibi, Zazaca'ya yakın olan dilleri Partça'nın çevresinde aramamız gerektiği açıkca görülüyor.


--------------------------------




Roce Jü gorgeçine sona sere jü dare dı nisena ro u baslı wendene kena. Hêni wanena ki qe pers meki rê ! Dorme de dısmenê xo estê çinnê, xo virra kena. A sırı dı bınê dara dı marı dı şia beno. Mar hên guman keno kı jü sefkan nowu hatê ninu ser yeno. Baxo xodı teqet nêvineno yaki nêşikino bıveciyo serê dare, xeberê gorgeçine dero. Dara destekına kı (sarmışık agaci) puruşiya dare rê, cêreno aê verro,... vano:
“Waê, a gorgeçine rê vace, venci xu bıbırno. Xo virra mekı ro kı, sefkani boyna na dormê dı fetelinê!” Dara destekıne, “mırê çı!.” vana bırnena.

Gorgeçine ninanra bêxeber honay wanena. Herqeşi zor kena. Venci (vengi) xo suxi kena berc. Fıqara mı gorgeçine! A roce çêfê xo amo çıko, fındetene nêzana suxi wanena. Hama mar guman keno kı, raşti sefkanê na dorme dı fetelino. Çerexino, yeno ancia cêreno dara destekıne verro, vano:
“Se beno, xeberê na gorgeçina bêaqılê de ! Na nejdi dı jü sefkanê fetelino. Baduna bena qırbanê venci xo!”
Dara destekıne:
“Ahuuu, mıra çı wazena? Mırê çı gorgeçine ra, mırê çı sefkani ra! Se kenê bıkırê” vana bırnena. Sefkan suxi beno nêjdi. Gorgeçine gewlê venci xo biya, wendena xora pêyser nêmana. Mar defa pêyınê xo çarneno dara destekıne, cêreno verro. Vano:
“Nıka deqeêna sefkan yeno naca. Gorgeçine rê vace herbi naca ra dürr bo!” Deê, merdena gorgeçine êynê dara destekıne dı niyo! Anciay a qarina vana:
“Tore vano kı se beno bıbo,mıre lazım niyo. Venci xo bıberne! Mı reet bıverde!”

Mar êndi omıdê xo bırneno. Sefkan tufanci xo keno berc, nano gorgeçine ra. Endi çiyo kı bıbo, biyo! Gorgeçine zê pelci dare, yene bınê. Sefkan ama bınê dare dı serkerd, waşt kı gorgeçine biciro. Na sırı dı, qurna dare dı mari vineno. “Sans naê rê vanê”, “bê jü kemera, dı theyru purudayne naê rê vanê” vano, nafay tufanci xo hatê mari ser kono derg. Mari uca dı çiseno! “Ewro, qısmet ma zaf veciya, xonça ma xeyli wes bena” vano, bê hewesa gorgeçine ceno keno zerê çante xo. Mari kı cêno puruşneno vıle xore, erceno hermanê xo ser. Hama mar deê ver ra, deê pêy ra sımotino ra yeno cêr. Sefkan sekeno sa, nêşiçino mari biciyo bero. Dusmıs beno, dermê xodı sêrkeno. Nasıre dı, çıme xo gıno dara destekıne. “Na kara mı vinena” vano. Karia xo veceno, dara destekıne bırneno. Bê naa, mari rınd gıredano. Mari cêno xo dest, kono raê. Dara destekıne, cereme rişayna xo bê merdene ante, sefkani kı bê hewesa qotmıbşi, şi çê xo.

Na sanıke hênı zano, jüyo kı vano “maro kı dêmisê mı nêbeno, hazar serre wes u war bo”uo kı riye dinadı her çirê “mıre çı” vano u qarıse thabay nê beno, inanne dersı da hewlê musnena.


-----------------------




Sow ge ez yow vaş bibini, mı waştini kı ez yow merge bıbo
hema baldıran mebo.
Sow ge ez bınê herde bibini,
mı waştini wa erabaya meyvek mı serra vêro.
Wa paletê asınênê mı ser ra mêvêrê....

Sow gı ez yow raer bibini,
mı vaştini leyirê, mi ser ra vaz bidi.
Wa mı ser ra eskerê vaz medi.

Eke şıma mı kenê yow kera,
pê mına mektebo vırazi.
Hepıs u zindon me vırazi.

Eke boyamı nê biriyo,
pê mına fiki bıceni wa fêrık meceni.
Pê mı qelem vrazi qelem!
Pe mına klamonê heskerdişê bı nusi.
Qırarê mergê menusi.

Key ge ez merdo, ına Dina ra şiyo,
pelonê vila roj ser reyna bêro Dina.
Luliya tıfıngo ser nê ro Dina.

-------------------------------------------------




Xetakarêw gunekari ma yeni hetitu heta
Tı 'efkerduğ re'hmet tu zaf bi'hisab 'heta bi 'heta
Tı zengini ma feqiri çikdéma çın bi dayey tu
Dınyad zafu malu mılkı mari benu 'ezab axret.
...
Ma kewti na dınya dıma ax sebena peyniyey ma
Ma warverden şıni qebrı dınya nina ma reyd tırbı
Maw 'emel teyna muneni malu mılkı madı nini
Warısi xur pira barken 'hisab malû mılk ma mıl ken.

Ax sebena wax sebena 'emır dınyad yu hewına
Tı şın nini ya tud nina tı bermen dınya hewena
Masum bewni kişta bina dınya reyraz mekı nina
İş na niya aya bina xur şür axret pab imuna.

https://www.facebook.com/ZAZAEDEBiYATI


----------------------






İliziyonlara tabi tutulmuş Zaza Milleti, Güney Amerikada Astekler ne ise Zazana'da da Zazalar odur.

Öz Yurdunda garip bir millet olmuşuz Biz Zazalar.

Zaza Milletine karşı tüm bileşenlerin oyunlarını gördükce, akıllara durgunluk veren bir dehşete kapılmamak elde değil.

Zaza yürüyüşü emekleme safhasından sonra şimdi bir maraton koşucusu azmi ile Geleceğine koşmaya devam ediyor.

--------------------------




Eğer diğer halklar tarafından kabul edilmeyi bekliyorsan,
önce kendi ulusal kimliğine sahip çıkmalısın.
Uygar uluslar topluluğu içinde yer
almanın temel kosulu kendi ulusal
kimliğine sahip çıkmaktır....

Zazaca, Kürtçe ve Türkçe dilleri arasındaki fark

İki dil arasındaki dil birliği, o dillerin köklerinin hangi guruptan geldiği temel alınarak ortaya konur veya o dillerdeki en eski kelimelerin, sözcüklerin göz önüne alınması ile de anlasılır.

Bundan dolayıdır ki dil bilimciler (lingivistçiler), dillerin köklerini arastırırken temel olarak dilde bulunan en eski ifade sekillerini kendilerine kaynak alıyorlar. Çiçek isimleri, hayvan isimleri, naturel (tabiatsal) cisimlere verilen adları, gramatik yapısını göz önüne aldıktan sonra o dilin hangi dil gurubundan geldiğine ve hangi dillere yetistiği konusunda varsayımlarını öne sürüyorlar.

Dillin olusumu resimlerle baslar. İnsanoğlu yazı dilini resimlerle gelistirdi. Resimler yazı dilinin kökünü olusturdukları gibi, bunun insanlar arasında iletisim(kominikasyon) aracı olmasınıda sağlamıstır.

İnsanoğlunun yasam tarzı kabile hayatı ile baslar. Kabilesinden, yurundan, topraklarındanuzak düsen toplum üyesi, kabilesinin, yurdunun dil karekterini de kendisi ile birlikte tasımıstır. Dünyada ki göç (ekonomik, doğal affetler, siyasal) ve sürgün olayları dillerin dağılmasına verilecek en iyi örneklerden biridir. İnsanların anayurtlarından ayrılıp bir bilinmeyene doğru dağılması, bir noktada dilinde yayılması ile es anlamlıdır.

1813 yılında Thomas Young; "Sansikritçe, Yunanca, Latince, Keltçe, Almanca ve İran dillerinin bir dilden geldiğini" illeri sürmüs ve bu dilleri, "Avrupa-Hind dilleri" olarak adlandırdıktan sonra da, bu dilleri kulananlara da "Ari halkıdır" dimistir.

Örnek:
Zazaca Türkçe İngilizce İsveççe
Esto Var There is Est (S. Kıhan)
Hag, hak Yumurta Egg Ägg (eg)
Estor, hestor At Horse Häst (hest)
Nak Göbek Navel Navel
Por Saç Hair Hår (hor)r
Sol Tuz Salt (solt) Salt
Verg Kurt Wolf (volf) Varg
Va, (tı se va?) Ne (Ne dedin?) What Vad (Vad sa du?)

Zazaca, Zazalarla birlikte veya Zazalar'dan sonra Dicle ve Fırat nehirleri (eski Mezopotamya) arasına yerlesen halklardan kelimeler ödünç almıs veya bu dillerden etkilenmistir. Örneğin,İranca'dan, Ermenice'den, Hurice'den, Hititçe'den, Sümerce'den, Yunanca'dan, Türkçe'den ve diğer halkların dillerinden bir karısım söz konusudur. Bu halklardan ödünç alınmıs olunan bu sözcükler, kelimeler, deyimler günümüz Zazaca'sında vardır ve kullanılmaktadır. Ama; bu, su anlama gelememelidir ki Zazaca bu dillerin bir diyalekti veya bir lehçesidir. Ki,diller arasındaki sözcük ve deyim alıs-verisleri diyalekt ya da lehçe olmaya kanıt gösterilemez.

Zaza yerlesim yerlerinin, göçlerin, savasların, kapitalizasyonların ve ipek yolunun kesistiği bir nokta olması, Zaza dili üstünde bir değisim yaratmıstır. Ama; hiç bir sekilde Zaza kültürü üstünde köklü bir değisim yaratmamıstır ve kalıcı olmamıstır. Zaza kültürü de, Zaza dili gibi kendini bu fırtınalara karsı engeller kurarak korumustur ve bu nedenden dolayı da kalıcı bir değisim yasamamıstır. Avrupa'da yasayan ve Zazaca'yı su ya da bu dile kuyruk yapmak isteyen, Zazacayı diğer dillerin diyalekti, lehçesi olarak görmek isteyen bazı ilginç kisiliklerin kendileri, Zaza dilini kültürünü tanımadıklarını yaptıkları teorileri ile ondan oldukça uzak olduklarını gözler önüne sermektedirler.

Eğer gerçekten Zazaca'yı baska bir dilin diyalekti, lehçesi olarak görmek istiyorlarsa, su gerçeği gözardı etmemeleri gerekmektedir. Konuyu inceler ve farklılıklarını, benzerliklerini ciddiye aldıklarında göreceklerdir ki, Zazaca dili Farsça'ya bir çok dilden daha yakındır (İrani dil gurubundan olmasından dolayı). Farsça'nın diyalektidir deseler, daha mantıklı olmaz mı?

Ama; sunu unutmamak gerekiyor ki her sey tarihsel veri, bilimsel belgelerle kanıtlanmalıdır.

Hind-Avrupa dilbilimcileri eserleri ile Zazaca'nın en eski dillerden bir dil olduğunu illeri sürmüsler ve kanıtlamıslardır. Oskar Mann'ın, Karl Hadank'ın, CI.J.Rich'in, A.V.Le Coq'un,
Peter Lerch'in v.b arastırmacıların yapıtları incelendiğinde Zazaca'nın kendi basına bir dil olduğu daha iyi anlasılacaktır.
"Encyclopedia of Langauges and Linguistics" (Dil ve lingvistik ansklopetisi) adlı on ciltlik bu yapıttın 4780'inci sayfasında "Turkey; Langauge Situation" (Türkiye; Dil sorunu) baslığı altında sunlar yazılmıs; "The langauges spoken in Turkey are Turkish, Kurdish (Kurmanchi), ZAZA, Cherkess, Ayhbas, Laz, Georgian, Arabic, Armenian e.t.c" (Türkiye'de konusulan diller; Türkçe, Kürtçe (Kürmanci), Zazaca, Çerkezce, Abkasça, Lazca, Gürcüce, Arapça, Ermenice v.d) Aynı kitabın aynı sayfasında bunlarda yazılmakta; "Turkish is spoken throughout the country. Kurdish, with its dialects, and ZAZA are spoken mainly in eastern
and southeastern Anatolia" (Türkçe dili tüm Türkiye'de kulanılmaktadır. Kürtçe ve diyalektleri ve Zazaca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde konusulmaktadır.) Aynı kitapta sunlar da kaleme alınmakta; Sehir yerlesim birimleri dısında, köylerde yasıyan yerli
halk arasında Zazaca veya Kürtçe kulanılmaktadır ve bunlar sadece bir dili kulanabilmektedirler. Yani ya Zazaca, ya da Kürtçe konusabilmektedirler. Eger bu kitabın "İçindekiler" kısmına bakılırsa "Zaza" bakınız "Dımli" yazar ve Dımli içinde su yazılmaktadır; "Dımli, Hind-Ari, Đrani veya Hind-Avrupa dillerindendir." Yani burada Zazaca'nın Türkçe, Ermenice, Farsaça, Asurca, Arapça ve de Kürtçe'nin bir lehçesi, diyalekti olduğunu ileri sürmedikleri gibi Zazaca'dan söz ederken Zaza dili diye konu edilir.

Avrupa'lı dilbilimciler, yazarlar bu terimleri kulanıyorlar diye biz de öyle diyoruz, gibi bir kanı kimsede doğmasın. Zaten öyle uzun yolları arsınlamaya gerek yok. Burnumuzun dibindeki halkımıza gidip baktığımız ve "diyalekt, lehçe" terimini halkımıza yöneltiğimiz zaman, alacağımız cevabın çok ilginç olacağını hemen belirtmek isterim. Bir Zaza ya su soruyu yönelttiğimiz zaman;

"-Tı bı kamcin lehçeya qısey kenê/kena?
(-Hangi leçeyle konusuyorsunuz?)" O Zaza'nın ilk tepkisi size bakıp gülmek olacaktır ve sonra da su soruyu sormadanda edemiyecektir;
"-Lehçe çıçi yo? (-Lehçe nedir?)". Ama; sorunuzu değistirip, su sekilde sorarsanız;
"-Tı bı kamcin zıwana qisey kenê/kena? (-Hangi dilli konusuyorsunuz?)" sorusunu o Zaza'ya yönelttiğiniz soruya karsılık alacağınız yanıt su olacaktır;
"-Ez bı zıwanê Zazaki qısey kena. (-Zazaca diliyle konusuyorum.)" Bunu ben kendim deneyerek yasadım ve "lehçe" dediğimde, soruyu yönelttiğim yaslı Zaza amca ve teyzenin o güzelim kahkahaları kulaklarımı çınlattı, bugün hala unutmus değilim. Anadili veya babadili Zazaca olanlar gidip "diyalekt, lehçe"nin ne olduğunu Zazaca yı bilen büyüklerinden sorsunlar. Tabiî malupulasyon yapmadan, (büyüklerini cahilikle suçlamadan, 'okuma-yazma bilmiyor' ile küçümsemeden yöneltsinler sorularını). Bakalım "aydın", okuma-yazma bilen "entellektüellerimizin" alacağı yanıt ne olacaktır?

Dil: İnsanların düsündüklerini ve duyduklarını bildirmek için sözcüklerle ya da isaretlerle yaptıkları anlasma ve Stalinist teoriyi göz önüne alarak açıklarsak, su sekilde yorumlayabiliriz; Ortak dil halk olmanın sartlarından biridir. Yani ülke sahibi olan bir halk, devlet sahibi olan bir halk, aynı zamanda ortak bir dile de sahiptir.

Diyalekt: Yanlızca bir bölgeye ait olan ve bir bölgede konusulan, yapı olarak ana dilinden değisik özellik göstermeyen yanlızca söyleyis tarzında bir değisiklik gösteren, yapı olarak bağlı olduğu anadile lokal bir yapı kazandırana denir. Yani lokal dillerin adlandırılması, diyalekt/lehçe olarak gündemlesmektedir. Örneğin; İsveç dili ve Norveç dili birbirlerine o kadar yakındırlar ki, bu dillere iki dil demek insanın çok tuhafına gidiyor. Bu iki dile aynı dil demek daha uygun olur bence. Ama; İsveçliler, Norveççe için diyalektimizdir, demiyorlar. Norveççe tabirini kulanmayı daha uygun buluyorlar (Norveçliler de İsveççe için öyle bir tabir kulanmıyorlar).

Baska bir örnek verecek olursam; Finceyi (Finlandiyaca) örnek verebilirim. Finliler, Letonyaca, Estonyaca için diyalektimizdir demiyorlar. Aksine Lentonyaca, Estonyaca dilleri diyorlar (ki, bu diller Finceye çok yakın dillerdir). Tabiî bu da devlet olmanın vermis olduğu avantajlardan biridir.

Konuyu çok basitlestirerek anlatmaya çalısırsam benim için ise dil, sudur diyebilirim (bugüne kadar bizlere dayatılan ve kabullendirilmeye çalısılan resmi görüslerden çıkarmıs sonuca
göre):

Dil: Devleti, Bayrağı (veya vardır ama; resmi değildir) ve askeri olan halkların kulandığı ifade yapısına dil denir.

Diyalekt: Devleti, bayrağı ve askeri olmayan halkların kulandığı dil diyalektir. Bu 'espiriyi' yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum.

İlginç bir açıklama tarzı ama; günümüz gerçeğine çok yakın olan bir yorum sekli. Dolaysıyla bu gibi seyleri yazdığımda, okuduğumda kendimi eski devirlere dalıp gitmekten men edemiyorum. Rönensanstan, Avrupa'da ki aydınlanma döneminden önce ki zaman diliminde buluveriyorum kendimi. 1500 yıllarında Kopernikus (1473-1543) "Günes sistemi" üstüne teorisini yazıp açıkladığında, tüm dünyayı, kiliseyi ve papazları kendi karsısına aldı.

Kopernikus'un ileri sürdüğü düsünceleri sadece suydu; "Dünya yerinde sabit değildir. Aksine dünya hem kendi yörüngesinde (çevresinde), hemde günes'in yörüngesinde dönmektedir.

Günes'in yörüngesinde dönmesi bir yıl gibi bir zamanı almaktadır." Kopernikus ta, Galieo gibi papazlardan, kiliseden ve gericilerden hakına düseni almıstır... Kopernikus'tan sonra Galileo Galilei (1564-1642) deney ve gözlemleriyle aydınlanma dönemine kendini adamıstır.

Deneylerinin ağırlık noktası ise; "Dinamik" olmustur. Kopernikus ve Galileo kendilerini gerici kilisenin Enginisizyon mahkemelerinin pençesinden kurtarmıslardır. Onların kaderi Giordano Bruno'nunkine benzemmemistir. Giordano Bruno yedi yılık bir ceza dönemindenden sonra canlı-canlı yakılmıstır. 1835 yıllına kadar "dünya dönüyor" diye yazan tüm kitapların dağıtımı, basımı yasak ve varolanlar da yakılma kararına tabiydiler. Kilise bu düsünceleri 200 yıl boyunca yasakladı, inkar etti.

"İnsanoğlu düsündükçe özgürdür, veya özgürlesebilir" diyor, Albert Bayet. Ne güzel bir yorum. Đnsanoğlu özgür düsünüp özgürce ürettemediği ve bu yeni özgür düsüncelerinden yeni teoriler yaratamadığı sürece özgür değildir. Onun içindir ki; yeni ve özgür düsünceler serbestçe söylenmeli, tartısmalara açılmalıdır. Neyin yanlıs, neyin doğru olduğu ancak o zaman kesinlesir. Birde yanlıs, doğru var mıdır? Yok mudur? Hayır, yanlıs ve doğru olayı yoktur. Bu konuda hem J.P.Satre'ye hemde Shakespeare'ye katılıyorum. "Yanlıs ve doğru yoktur. Benim için yanlıs olan bir sey baskası için doğru olabilir. Benim için doğru olan bir sey baskası için yanlıs olabilir" Eğer bu önermeyi kabul edersek, oturup biribirimizi anlamaya çalısarak tartısmalarımızı sürdürebiliriz. Çamur atmakla, anlamsız yorumlamalar, bos konusmalar ve asılsız suçlamalarla bir insan yanlızca kendi cahil iç dünyasını gözler önüne serer. Kitap okumakla, belli kurum ve kuruluslarda belli bir yere gelmekle/sahip olmakla aydın olunmuyor. Aydın olmanın kıstasları bana göre, çok daha kapsamlı ve kavramı daha genisçedir. Aydın/entellektüel olmak; cesaretle yenilikçi düsünceleri açıklamak, konudan habersiz ya da habersiz kitlelere konuyu korkusuzca götürmek, bilgilendirmek ve
düsüncelerini savunmakla olur. Herseye "evet" demek ve kuyrukçuluk yapmak, mevki hastalığına kapılmakla kisi aydın olmuyor.

Biz, kimsenin korkudan söyleyemediği düsünceleri söylemeye/anlatmaya çalısıyoruz. Gecelerin o karanlık ihanet kokan bosluğundan, baskının sümürücü pençesinden, duman ve sisin içinden düsüncelerimizi, kökümüzün bağlı olduğu temelleri gözler önüne sereceğiz. Bu da bilinçli, uzman çalısmayla ancak gerçeklestirilebilinir.

1210 yıllarında Aristoteles'in düsünceleri yasaklanmıstı/yasaktı. Bu düsünürün yazılarını, kitaplarını okuyanlar ölümle ödüllendiriliyorlardı. Ama; bu sure zarfında olan neydi, neler
olmustu? Hangi değisimler yasandı? Aristoteles, Galileo, Kopernikus, Copernic, Nicolas d'Autrecourt, Civan Aucassin, Michel Servet. Giordano Bruno'ların düsünce ve görüsleri ortadan kaldırılabildi mi? (Ki, Michel Servet ve Giordano Bruno düsüncelerinden dolayı ateste yakıldılar) Hayır. Baskı ve iskence ile insanoğlunun düsünceleri mi değisti? Bu düsünürlere seytanın kulları (moderin littertürde "hayin, ihanetçi"), cahiller denilmiyor muydu? Evet simdi sormanın tam da sırasıdır diye düsünüyorum:

Evet efendim ne oldu? Tarih kimi yarğılıyor bugün? Genç sövalye La Barne kilisenin izniyle öldürüldü. Suçu mu neydi? Cevabını isterseniz yine biz verelim. Suçu; kilisenin yasak etmis olduğu bir kitap olan "Felsefe sözlüğü"nü okumus olmasıydı. peki bu genç sövalyenin basına geleni biliyormusunuz? Önce dili, sonra kafası kesilip atese atılıyor. Suçu "Felsefe sözlüğü"nü okumak. Evet kitap okumak.

Bakınız Avrupa'lı bazı aydın düsünürler ne diyorlar;

Montesquieu; "Gerici düsünce, geri zekalılıktır"
Voltaire; "Gerici düsünce, dünyayı kanla boyamıstır."
Diderot; "Gerici düsünce, insanın midesini bulandıran seydir."
Helvetius; "Gerici düsünce, bıçak gibi insanoğlunun basının belasıdır."
"Eğer insanoğlu düsüncelerini açık diyemiyorsa, insanlar arasında özgürlükten söz edilemez."
Voltaire. "-Bunları niye yazıyorsun/açıklıyorsun?" diyorsanız, bugün, geçmiste olanların en zalimanesini bulunduğumuz 'modern' çağda yasıyoruz derim.

Meseleyi ele almamın nedenini sadelestirmeye çalısayım; tarihte karalama felsefesi sürdürmekle, baskı metodlarının yenilerini denemekle, özgür düsünce öldürülememistir. Dil, kültür üstüne yaptığımız çalısmalarımız simdiden bir çok gerici, dar görüsçü çevreyi rahatsız etmis durumda. Bu rahatsızlıklar hem yazılı, hem de sözlü olarak basına yansımıstır. Sunu belirtmeden edemiyeceğim; bize bu gibi ağır suçlamalarla gelen insanların, önce kendi tarihlerini ve sonrada günümüzde ne yaptıklarını göz önüne almaları gerekiyor kanısındayım.

Ağır suçlamalarıyla ancak o zaman bize gelmelerini öneriyorum. Yeri gelmisken tarihten dini bir olayı aktarmak istiyorum. Birgün Đsa, bir topluluğun bir kadını tasladığını görür. Đsa topluluğa yanasır ve sorar;
"-Bu bayanı niçin taslıyorsunuz?" Topluluğun içinden ileri gelenlerden biri, kendinden oldukça emin ve yüksek bir sesle Đsa'yı söyle cevaplar
"-O bayan bir fahisedir. Günahları, suçu çoktur" der. Đsa, döner topluluğa ve söyle hitap eder;
"-İçinizde dürüst, suçu ve günahı olmayan, tası atan, ilk insan olsun..." der ve bekler. Ama topluluktan ilk tası attan bir türlü ileri çıkmaz…

Ben buradan, bize çirkin ağır suçlamalarla yönelen insanlara sunu illetmek istiyorum; karanlık güçlerden yardım, maas aldığımızı ve onlarla birlikte çalıstığımızı dile getirenler dedikodularla iftiralar üreteceğine, basına belgeleriyle veya kaynaklarıyla birlikte açıklamalıdırlar ve açıklasınlar (bu, biz Zaza yurtseverlerinide sevindirecektir). Bir kez daha vurguluyor ve sormak istiyorum; eğer bu iddiaları ileri sürenler bu kadar gizli istihbarat bilgilerini elde edebiliyorlarsa, bunu nasıl ve nereden elde ettiklerini elde ettiklerini açıklayabilirler mi? Ve üstelik, bu bilgileri, "kim" elde edebilirinide sormuyorum, burada da
tartısmıyorum. Ancak aklı-selim sahibi birilerinin meselenin üzerinde düsünmelidirler...

Yazan-çizen, konusan, politika üreten, ya da ürettiklerini iddia eden her insan dediklerinde çok dikkatli olmak zorundadır. Yoksa gereksiz yere kusku yaratmak, insanların kafasına soru isareti takmak suretiyle provakasiyona yönelmek... PROVAKTÖRLÜKTÜR. Bugün bu
soruyu biz sormasak bile, birgün ve mutlaka gelecek nesiller bu soruyu soracaktır... Sunu da düsünmeden insan edemiyor. Bu gibi düsünceleri ileri sürenler olmasın ki kendi pisliklerini ört-bas edebilmek için, bu tür çirkin iddialarını ileri sürmüs olsunlar?! Ayrıca, lütfen ne Zaza halkını, ne Kürt, ne de Türk halkını özgür düsünceye sahip olmayan insanlar yerine koysunlar. Çünkü, halklarımız hala yapılan bazı olumsuzlukları-hakaretleri unutmus değildir. Biz, düsünce, siyaset ve tarih gelistiremeyen insanlar değil, aksine uğrasılarımızı belli metodik ve sistemli çalısmalarımızla birlikte halkımızın kimlik arzusunun savunucuları olarak ve demokrat bir perspektifle dünya halklarının sınırsız kardesliğinin temellerini atabileceğimizin bilincinde olarak, kardeslik çağrılarımızı yorulmadan tekrarlayacağımızı da belirtmek isterim. Biz de, halkımızın kimlik arzusu ve bu dil teorisi düsüncelerimizle toplum karsısına çıktığımızda, önümüze çıkarılacak engelleri, yani bizi nelerin beklediğini çok iyi biliyorduk. Yazıp-çizdiklerimizin bazı nasyonalist (düsüncelerinde hümanist/ insancıl ve sosyalist) kesimlerin rahatını kaçıracağını da biliyorduk. Zaten halkların kimlik arzusu, diyalekt ve lehçe sorununa iliskin olarak böylesine 'ilginç' bir politika Ortadoğu devletlerinin sürekli uygalaya geldikleri çirkin bir gelenektir. Türkler, İranlılar, Araplar Kürt dili için hep, "Biz ayrı ayrı halklar değil, tek bir halkız (Türk, Arap, Fars, Kürt v.s). Ayrı bir dil değil, lehçemizdir, diyalektimizdir" demiyorlar mı?

Bundan böyle, Ortadoğu devletlerinin ugulamıs ve uygulaya geldikleri zulüm politikalarının bilincinde olarak bu çirkin oyunun birer figuranları olmayacağız. Ve bu oyunlarına da gelmeyeceğiz Evet baylar, bizlerde akıllandık artık... Çünkü, artık biliyoruz ki bizim hakkımızda yazılarını kaleme alanlar, sümürgeci kültür sahibi öğretmenlerinden aldıkları dersi can kulağıyla dinledikleri, dolaysıyla egemen devletlerin sömürgeci politikalarının
muntazam bir izleyicileridirler. Tutum ve davranıslarıyla bu konuda oldukça net olduklarını her hal-û karda gözler önüne gururla seriyorlar BRAVO…

"Niçin yasadığını bilen, nasıl yasayacağınıda bilir." diyor Nietzche. Günümüzde, tüm kıtalar ve adalarda 6000'e yakın dil kulanılmaktadır. Bunlardan sadece 600'e yakını yok olma
tehlikesini asmıstır; ve bu sekilde dünya dilleri arasında yerlerini perçinlestirmislerdir.

Alaska'da ki Fairbanks Üniversitesi dilbilimcilerinden (lingivist) Michael Kraus'un 06.01.1996'da New Scientist dergisinde yayınlanan makalesinde yukarda bahis konusu olan olgular tartısma götürmez bir açıklıkla vurgulanmıs olup, bilimsel verilerle güçlendirilmistir.
Var olan dillerden bir çoğu nüfus sayısı yok denecek kadar az topluluklardan tarafından kulanılmaktadır. Bir çok dilde, yok olma tehlikesi ile karsı karsıyadır. Dünyanın en ufak dili Aorecedir (AORE). Bu dil, Ölü deniz kıyılarındaki Öre Vanvata Cuhuriyetin'de yanlızca bir kisi tarafından kulanılmaktadır.

Bir çok dil yok olurken, bunun yanında bir çok dilde kendini yenilemektedir. Bu kendini, yeniden yenileme süreci çoğu kez bilim ve tekniğin gelismesiyle yakından ilgilidir. Bilim ve tekniğin gelisim göstermesi sadece insanoğlunun günlük yasantısında değil onun dili üzerinde de bir değisim yaratmaktadır. Yani bilim ve tekniğin gelismesi ile birlikte bütün dillerde ortak olan bilim ve tekniğin kendisine özgü termonolojisi ortaya çıkar. Bilim ve teknikle birlikte ortaya çıkan bu kelimeler diğer dillerede yansımaktadır. Avrupa'nın bir çok ülkesi, ortak bir dilin yaratılmasını istediklerinden, Avrupa dilleri arasındaki benzerlikleri artırma çabalarını yoğunlastırmıslardır. Bundan dolayı teknik alanda olusturulan kelimeler değistirilmemektedir.
Buda kanımca atılmıs olan en mantıki adımdır (Ama; dillerin kendi özünü korumasınıda savunmadan edemiyeceğim). Örneğin; Zazaca kalkıp Televizyon'u bewnayox (seyretgeç) Radio'yu da gosdayox (dinlengeç) yapamayız. Yaratılan bu kelimeler suni olduğundan kalıcıda olamazlar ve buna verilecek örnekler binlercedir. Kelimeler kendi öz orjininde gelistikçe daha sağlıklı bir yapı kazanır. Örneğin İsveç dilinde hala korunmakta olan Türkçe "kalabalik, Kiosk (kösk kökenli bir kelime), dolma v.s" özün korunmasına verebileceğim
örnekler arasındadır. Çünkü; suni kelimeler cümle içinde anlamsızlık yaratabilecekleri gibi, cümlenin telafüsünde de dengesizlik yaratabilirler. Bu, bir dil için iyi sonuçlar yaratmayan bir gelismedir. Bundan dolayıda dilin kapısı her zaman diğer dillerden gelebilecek kelimelere açık olmalıdır ("bu vesileyle tüm dillere lehçedir diyebilelim??"). Ki, bir dilden diğer bir dile kelimeler gümrüksüz girebilsin. Bu dilin fakirliği değil aksine dilin zenginlestirilmesidir.

Örneğin, İngilizcede yüz değil, binlerce yabancı kelime, isim vardır. Bunlar Latince'den, Grekçe'den (Yunanca), Eski İrlandaca'dan Fıransızca'dan, İspanyolca'dan v.d dillerden "yatay
geçis" yapmıslardır. Bu değisiklik sadece dilde değil, yemek kültüründe ve toplum yasantısında da kendisini göstermistir. Dilin gelismesi taze kanla olur. Bu gelisim anlamını yeni kanın damarlarda süzülmesinde bulur. Halk damarlar, dilde kandır. Kan damarlarda, dilde halk kitlelerinin arasında yasamını canlılastırmaktadır. Ondan dolayıdır ki, her insan kendi diliyle düsünmeli, konusmalı ve okumalıdır. Kendi dilinden utanmak aydın ve halkının kültürel onurundan nasibini almıs aklı-selim hiç bir insanın yapabileceği tavır değildir. Kendi dilinden utanan, çocuklarınada bu kara utancı yamalar ve çocukları da bu utançla büyür. Bu terbiyeyle büyüyen çocuklar toplum içerisinde kendilerini yarım-yamalak hisederler. Tabiî ki bu hata çocukların değil ebeveyinleridir. Ana dili Zazaca olan ailelerde Zazaca değilde baska bir dil okutulup, yazdırılıp öğretiliyorsa bu düpedüz kökünü inkar etme ve özünü pazarlama olayıdır. Bunun adı kendi ana diline ve kendi özüne yabancılasmaktır. Baska bir deyimle saygısızlıktır.

Avrupa'da her dilin, lehçenin okularda okutulma ve öğretilme hakı vardır. Çocuklarının ana dilleri ile eğitim görmesini isteyen aileler çocuklarını ana dil eğitimine göndermektedirler.

Eslerden birinin Avrupa'lı olaması bu kaideyi bozmamaktadır (Zaza ve Avrupa'lı eslerden olan çocuklar Zazaca ana dil öğretmeni bulunmadığı için, aile büyüklerince çocukların bulundukları ülkenin dilini öğrenmeleri tercih edilmektedir). Burada baska halklardan, baska milletlerden evlenmis olan tanıdığım bazı Zaza kisiliklerden örnekler vermeyi istiyorum. Bu tanıdıklarımdan biri bir Türk'le, ikincisi bir Zazayla ve üçünsüde bir Kürt'le evli. Türk'le evli olanın evinde Zazaca ve Türkçe konusulmakta. Yani çocuk babasıyla Zazaca, annesiyle Türkçe konusmakta. İkinci örnekte çocuklar anne ve babaları ile sürekli Zazaca konusmakta ve son örnekte de durum biraz farklı, Kürt bayanla evli olanda ise konusulan dil Kürtçedir.

Ayrıca çocuklara okulda öğretilen yazı ve okuma dilide Kürtçedir. Verebileceğim örnekler sadece bunlar değil. Eslerin her ikisininde Zaza olduğu ama çocukların Zazaca yerine Kürtçe, Türkçe veya Avrupa dillerinden birini kulanması oldukça revaçtadır. Bu kendi dilinden kopusun bir sonucu olarak, çocuklar ya hiç bir dili tam olarak konusamamakta veya hepsini yarım yamalak konusmaktadırlar. Peki çocuklara ne oluyor? Çocuklar hangi kimliğe sahip oluyorlar? Çocuklar hangi ülkenin evlatları (vatandasları) oluyorlar? Tabiî ki bu soruların cevabını çocuklar verecek değil ya. Ama su var ki çocuklar piskolojikmen bir baskı altında kalıyorlar ve yalancılık bir savunma aracı olarak devreye geçiyor. Çocuk yalancılığı kalıtım yoluyla değil toplumsal, çevresel baskılardan edinmis oluyor. Tabiî bu yaratılan değer sadece savunma mekanizmasıdır. Bu çocuklar milletler arasında kimlisizliklerini kavradıkları zaman bir çeliski ile karsı karsıya kalıyorlar. Bu çeliski çocukta saldırgan, sinirli ve konusulmaya gelmiyen bir kisilik yaratır ve yaratılabilecek güzelim bir kusak böylece heba edilir. Buna sebep olan elbette ki Zaza anne ve babalardır. Yazımın girisine neden Nietzsche'nin bu deyimini "Niçin yasadığını bilen, nasıl yasayaca-ğınıda bilir." aldığı mı sorabilirsiniz. Almama gerekçe suydu; Bizden gelecek kusaklara miras olarak kalan sadece dil ve geride bıraktığımız eserlerimizdir. Eserlerimizden kastım çocuklarımız ve dilimizdeki yazılı dokümanlardır. Bu vesileyle her insan diline sahip çıkmasını bilmeli ve yok olmasını engellemelidir.

Bilindiği gibi günlük konusma dili 300-500 kelimeyi geçmemektedir. Bunu gelecek kusaklarımıza ögretmek kanımca zor olmamalı. Çocuklarınıza köklerini tanımasını sağlayın onlara milletler ve halklar arasında bir ulusal kimlik ve gelecek kazandırın. Zaza dili ve lehçelerini birbirine kaynastırın ve çocuklarınızın Zaza çocukları ile tanısmasını sağlayın.

Bugünden çocuklarınıza yapacağınız ulusal yatırım, geleceğe dönük yapılmıs en mantıklı, en kazançlı yatırımdır. Bu yazdıklarımda milliyetçilik yaptığımı sananlar olabilir veya beni milliyetçilikle suçlayabilirler. Ben bu düsünceye hiç bir sekilde katılmıyorum. Yeri gelmisken burada büyük düsünür Bertrand Russell'den bir alıntı yapmayı daha uygun görüyorum. Bu alıntı kendisine Woodrow Wyatt tarafından yöneltilmis bir soruya Bertrand Russell'in vermis olduğu cevaptır.

Wyatt - Sizce milliyetçilik iyi bir sey mi, kötü bir sey mi?

Russell- Milliyetçiliğin Kültür ve politika yönlerini birbirinden ayırmak gerekir. Kültür
bakımından bugünkü dünyanın içinde bulunduğu tekrenklilik oldukça tatsız bir
seydir...............Edebiyatta, sanatta, dilde ve her türlü kültür islerinde degisikliği sürdürmek için milliyetçilik istenebilir. Ama, politika yönünden alırsanız, milliyetçiliğin kötü bir sey olduğu su götürmez. Milliyetçi politikayı iyi gösterecek tek sey bulunabileceğini sanmıyorum.

Milliyetçilik, bizim en doğal olan mesru haklarımızı, kimlik hakımızı savunmamızda değil aksine kimlik ve mesru haklarımızın inkar edilmesinde aranmalıdır.


--------------------------------------------------


SİVEREK'TEN 3 DİLDE BAYRAM MESAJI

03 Ekim 2014 - Cuma

BELEDİYE BAŞKANI YILMAZ TÜRKÇE, KÜRTÇE VE ZAZACA AFİŞLERLE HALKIN BAYRAMINI KUTLADI ...

Siverek Belediye Başkanı Avukat Resul Yılmaz’ın, Siverekli vatandaşların Kurban bayramını kutlamak amacıyla üç dilde kutlama mesajı içeren afişleri ilçenin değişik yerlerinde asıldı. Belediye Başkanı Yılmaz Türkçe, Kürtçe ve Zazaca hazırlattığı afişlerinde ‘Kurban Bayramınız kutlu olsun” mesajı yazıldı. Belediye Başkanı Yılmaz yaptığı açıklamada, bayramların dostluk kardeşlik ve bütünlüğün simgesi olduğunu hatırlatarak şunları kaydetti: ‘Siverek’te vatandaşlarımız günlük yaşamlarında Türkçe, Kürtçe ve Zazaca konuşuyor. Bizde aldığımız kararla Kurban bayramı mesajımızı üç dilde de vermeyi uygun gördük’ dedi. 

---------------------------------




Kazakh language
Russian language
Romanian language
Ukrainian language
Azerbaijani language ...
Tajik language
Uyghur language
Zazaki language
Uzbek language
Tatar language
Kyrgyz language
Dungan language
Gagauz language
Udmurt language
Bashkir language
Avar language
Erzya language
Karakalpak language
Lezgian language
Nogai language
Koryo-mar
Ili Turki language

---------------------------------



The vast majority of the population is MuslimThe country's official and most widely spoken language is Turkish, the speakers of which are the most numerous ethnic group in Turkey. Kurdish and Zazaki languages are spoken by Kurds and Zazas.

http://www.itba.in/itba_new/about_turkey.html

----------------------






Na dina ebe xele jibatiyo çerexina. Jibatiya juye ki sebeta zone ke yene qırkerdeane. Her roca newe, zone mıslete kıckeko tenena rew bene wind. Qanada ra nuştox Mark Abley, zone ke hatam nıka biye wind, ino sero zaf guriya, xele karkerd. Watena Abley awa ke, hatam nıka dinade şeş hazar tene zoni amaybi qesekerdene. Ni zono ra xele tene, bi wind şi. Xele tene cıla merdenedere; ni zono, teyna di hir...e ison zonene, qesekene.

Mıslete Urız ra David Crystal ki na qısaweta mare şahiden keno. Sera 1999 (Hazar u new sew u neway u new) de ju kıtab nuşt. Name ni kıtab, ‘‘Merdena Zono’’ bi. Crystal ucade niya wano: ‘‘Her dı heftede ju zon yeno merdene’’. Ma cor watbi ke ‘‘dinade şeş hazar tene zoni amaybe qesekerdene’’. Heni aseno qe peyniya ni seway sere de lete ni zono bene wind.

Şahide mau hiren Alexander Von Humboldt bo. Nu mormek mıslete Alman ra bi. Kare xu ki coxrafya biye. Humboldt zaf feteliya, xele ca di. Ewro ra dı seway u sere raver, u welato ke ma nıka cıra wame Venezuella, ucade şiyo ju dewe. Na dewe nijdiye çeme Orinoco biya: Dewa Maypures. Uca raşta ju papaxan amo. Feke papaxan qe newındeno, qesekeno. Humboldt dewijo ra perskeno: ‘‘Nu papaxan sawano?’’ Dewij wane ke, ‘‘ma ki tawa nezone me, nu papaxan zone qebila Atures’o qesekeno. İno ra qe kes nemend, pero merd şi.’’

Nu virkerdiş gosane ison ra, desto wırende ze ju ciroke yeno, ama heni niyo. Nu qulo henono ke gonya ison keno husk! Huynayişe ison nemede verdano. Sekene bıkere, çıme sıma gıran gıran bene pır. Riye sımade tal be tırs kuyno teorte ra.

Mıntıqa Qefqes de zaf mısleti este. Zone ke uca amene qesekerdene, rew ra nawer behesab bi. Nıka, qe ki hin niyo! Xele zon gıran gıran bi wind şi. Ibıhça, ni zono ra wa. Ju cenıka kokıme biye, ni zoni teyna aye besekerdene qesebıkero. Na kokıme 1992 de merde. Zone Ibıhça bi wind şi. Mıntıqa gole Hazar de ju zono bin bi: Toharca. U ki çino nıka! Waxtane wırenode, ısonone ucay ebe ni zon nuştene. Zone mıslete Timoro (Avustralya) ‘Mati Ke’, key bi wind kam zoneno? Zone ke bi wind şi, ino sero ma şikime tenena qese derg bıkime. Eke name ni zono ju dıma bınuştime, pelge ju kıtab senık yene.

Zone ke xona weşenê, ino ra zafi tene, peyniya rayede wındene. Zone henen este ke ino nıka, di hire isan qesekene. Bat, Udi, Kryts, Khinalug, Budukh, Hinukh, Archi, Hunzib, Svan... Ni pero zone mıntıqa Qefqes ye. Zone Lazo ki bıne kardidero. Hatam serene peyniyo, Laze ke Tırkiye’de weşene, xebera ino zonane xora çine biye. Rojawan de cutır ke xele zoni bıne nire İngilizi dere, zone Asya u Qesqeso ki bıne nire Urızi dere. İye ke zonone Mingrel, Abkhaz, Abaza, Rojawan Adıge qesekene xele mıslete. Gence nı mısleto, zone Urız qesekerdene de tenena heweskare.

Qese ke ma hatam ita nuşt, çı musnene ma: Merdene, teyna raya zone ma sero ninişta ro. Xele zon, biwind ra şi, xele zoni ki cankestere. Hatam vızer, merdene amaybi niştbi qırtıka zone ma ki. Nıka sa bime ke, Kırmanciye, merdene vere çebere xora tereqıta!

Ez heni guman kon ke, endi Kırmanciye re merdene çina. Sıma ki dest berzere zone xu; qesebıkere, bıwanere, bınusnere, bımusnere... Qese, sanıqe, kılame qe biye wind, biare xu wira, mare bırusnere.

Xuwira mekere: Zu qese xuvira ardene, zone ma ra düri bena merdenê!

(17. 03. 2009)


------------------------------------




Zazaca - Arapca

"Hala Bêre"

Hala bêre bêre hometê...
Şune diyare Dewê, ağ şin u şivano
Cendegê Domanu(Giji) Tiji verde
Ceni meredne ra kiştê..
Hay lo lo lo bêre bivine
Zalimeney..

Tenga'ke inu marê ardê
Ma vır ra neşiya
Merdene endî mare çef u saltanata
Birayene verê dêsude mendime
Bime ağme şime destê saride
Hay lo lo lo bêrê bivine, Zalimeneyê..
________________________________

"هلا أتيتم"

هلا أتيتم, هلموا وشاهدوا أيها البشر
إن تمضوا إلى القرى, تروا الحداد والنحيب
جثث الأطفال لوحتها الشمس
النساء القتيلات
هلا أتيتم, هلموا و شاهدوا
أيها الظلّام

القهر الذي طأطأنا فيه رؤوسنا
لم ننساه بعد
حين غدا الموت نشوة للإنسان
بات الإخوة بلا معيل
تبعثرنا وتم نهبنا على الدروب
هلا أتيتم, هلموا و شاهدوا


-----------------------------------------------------



Tew Veyvikê

Çenê hayde de Payizo
Goniya goştê to bırezo
tew tew tew Veyvike...
tew tew tew Rındekê

Usaro sar sono ware
Ma e ğo kume te vırare
tew tew tew Veyvıke
tew tew tew Rındekê

ma bime çifte zarancı
wendo bime lal u qeri
tew tew tew Veyvike
tew tew tew Rındeke

Sari cilê ğo kora ardi
Yê min u to ki pê caverdi
tew tew tew Veyvike
tew tew tew Rındeke
____________________

Oh Bride

Eh girl, come on ! It's autumn
Make up your mind*
Oh Bride
Oh beauty

It is spring, everyone leaves in the pastures
But, you and me we go together
Oh Bride
Oh beauty

We're like a couple of partridge
Clucking, we have become deaf and dumb
Oh Bride
Oh beauty

Everyone does their occupations
But you and I, we dropped everything
Oh Bride
Oh beauty
____________________

Eh, la Mariée

Eh fille, aller ! C'est l'automne.
Décide-toi *
Oh, la mariée
Oh, la belle

C'est le printemps, tout le monde part dans les alpages
Par contre, toi et moi nous partons ensemble
Oh, la mariée
Oh, la belle

Nous sommes comme un couple de perdrix
Gloussant, nous sommes devenus sourds et muets
Oh, la mariée
Oh, la belle

Tout le monde est à ses affaires
Mais toi et moi, nous avons tout laissé tomber
Oh, la mariée
Oh, la belle


-----------------------------




Çirvila

Gueşt ma biyu kıjık
Awk ma ne mend
Nun ma biyu wışk...
Run ma ne mend
Sac ma biyu kıft
Piyunz ma ne mend
Binguel biyu kıj
Şar şı teber
Derd ma bi zaf
Ero sebena
Çolig biyu kıj
Şar şı teber
Derd ma bi zaf
Ero sebena
Boglon Bingol
Hemı he yo ca

Çirvila, çirvila çirvila wena
Çizo vizo ne zona
Çivi çivi çivi çirvila wena

Dunya bi teng
Ce ma ne mend
Kıj ma bi pil
Aqıl ma ne mend
Binguel biyu kıj
Şar şı teber
Derd ma bi zaf
Ero sebena
Derd ma biyu zaf
Dermun ma ne mend

Çirvila, çirvila çirvila wena
Çizo vizo ne zona
Çivi çivi çivi çirvila wena

Qarpuz Yaş şı
Keyf ma ne mend
Hewe ma ne yena
Ero sebena
____________________

Çirvila

Etimiz yandı
Suyumuz kalmadı
Ekmeğimiz kurumuş
Yağımız kalmamış
Sacımız küflenmiş
Soğanımız kalmamış
Bingöl küçülmüş
Millet dışarı gitmiş
Derdimiz çoğalmış
Ne olacak yahu
Çolig (Bingöl) küçülmüş
Millet dışarı gitmiş
Derdimiz çoğalmış
Ne olacak yahu
Solhan,Bingöl
Hepsi bir yerde

Çirvila,çirvila çirvila yerim
Çizo vizo bilmem
Çirvila,çirvila çirvila yerim

Dünya dar oldu
Yerimiz kalmadı
Çocuklarımız büyüdü
Bizde akıl kalmadı
Bingöl küçülmüş
Millet dışarı gitmiş
Derdimiz çoğalmış
Ne olacak yahu
Derdimiz çok olmuş
Dermanımız kalmamış

Çirvila,çirvila çirvila yerim
Çizo vizo bilmem
Çirvila,çirvila çirvila yerim

Karpuz Yaşo(Karpuz Yaşar) gitti
Keyfimiz kalmadı
Canımız sıkılıyor
Ne olacak yahu

NOT:Çirvila bir yemek ismidir


--------------------------------------------------



Tunceli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Zülfü Selcan, Zazaçanın lehçe olduğu görüşünün pozitif bir yaklaşım olmadığını ifade ederek böyle bir yaklaşımın Zazacayı ölüme mahkum etmek olduğunu vurguladı.

Bingöl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü' tarafından tertiplenen programda Tunceli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Zülfü Selcan "Zaza Tar...ihi ve Zaza Dilinin Özellikleri" adlı bir konferans verdi. Zazaca konuşma dilinden resmi yazı diline geçiş konusunda bilgiler aktaran Selcan,''Ülkemizde dil konusunda atılan tarihi adımların sevindirici, elbette yerli dillerin üniversitelerde bilim yuvalarında okullarda ve eğitimde kullanılması tabi ki ülkemizin zenginliği olarak görülmektedir." dedi.

'Yasaklarla bir yere varılamaz'

Selcan, "Ülkemizde Çeşitli gerginliklerin çıkmasından dolayı artık herkes anladı ki dil yasaklarıyla bir yerlere varılmayacağını ve ülkemizin Avrupa ülkeleri seviyesine gelmesi için daha ileri adımlar atılması gerekildiği düşünüldü. 2001 yılında Erdoğan hükümetinin anayasada değişikliği yaparak dil yasaklarının kaldırılması basın ve yayında serbest bırakılması değişikliği getirildi. Tabi ki bu durum olumlu bir adım."ifadelerini kullandı.

Selcan, "Zazacanın Tunceli Üniversitesinde seçmeli dil olarak konulması daha yeni bir başlangıç olmuştur. Daha ileri bir adım ise Tunceli üniversitesinde Zaza dil bölümünün açılmasıyla, bizler de Avrupa'daki okulları bırakıp ülkemize gelerek katkıda bulunmak istiyoruz." şeklinde konuştu.

"UNESCO'nun tespitine göre, Zaza dili yok olma tehlikesiyle karşı karşıya" Yakın tarihteki politikaların Zaza dilini zor duruma düşürdüğünü ifade eden Selcan, "UNESCO'nun da artık tespit ettiği gibi hepimizin duyduğu okuduğu gibi Zaza dili tehlikede olan dillerden birisidir. 3 ile beş milyon nüfus bu dili konuşmaktadır, hükümetin bu durumda yaptığı çalışmalar sevindiricidir desteklenmelidir ve daha ileri adımlara götürülmelidir. Zazaca dili için özel bir tehlike vardır. Bunu hepimizin bilmesi lazım. Bu tehlikeden kurtulmak için herkesin gayret göstermesi gerekir çünkü dil ülkemizin zenginliğini gösterir'' dedi.

"Lehçe görüşü pozitif bir yaklaşım sayılmaz"

Bazı fikirler ve görüşlerle Zazacanın lehçe olarak ileri sürüldüğünü belirten Selcan, ''Şunu da bilmemiz lazım bazıları devamlı şekilde Zazaca dilinin Kürtçenin lehçesi olarak görme alışkanlıkları var. Maalesef bu görüş zarar vericidir. Bu görüşler pozitif bir yaklaşım sayılmaz.

Çünkü lehçe saymak o dili ölüme mahkum etmektir.

Bizler de bu zihniyeti kötü buluyoruz. Her dilin yaşama hakkı vardır buna saygı duyuyoruz. Her kültürün yaşama hakkı vardır. Herkes birbirine saygı duymalıdır ancak böylece ülkemizde hoşgörü toplumu gelişebilir. Avrupa bunları çoktan aşmıştır bizde ülkemizde bu adımları atmak zorundayız dedi''

"Üniversitelerde Zaza dili ve edebiyatının kurulması ülkemizde tarihi bir adım"

Üniversitelerde Zaza Dili Ve Edebiyatı derslerinin olmasının Türkiye'de tarihi bir adım olduğunu kaydeden Selcan, şunları kaydetti: ''Bu adımın atılması gerekiyordu çünkü yerli diller Avrupa'da Amerika da dünyanın diğer ülkelerinde artık inceleniyor. Bilime saygı gösterilmesi bilimsel araştırma yapılması gerekiyordu.
''Genel olarak şairlerin ve edebiyatçıların şivesi yazı dili olarak seçilir''

''İnsanlar dilini sevmeli ve dilini konuşmalıdır''

Zaza dilinin ciddi tehlikeden kurtarılması için bazı noktalara dikkat edilmesi gerektiğini ifade eden Selcan, "Her şeyin mesulü sadece devlet olamaz o dili konuşan insanlarında dilini sevmeleri ve dilini konuşmalıdır, evinde konuşmalıdır, çocuklarıyla konuşmalıdır, annelik babalık görevlerini yerine getirmelidir. Tabi ondan sonra hükümette bunu desteklemelidir, çünkü ülkemizin dilidir ülkemizin kültürel zenginliğidir. Diğer yandan Zaza kökenli milletvekillerinin de görevlerini yerine getirmelidir. O halktan seçilmiştirler, o halkın dilini parlamentoda dile getirmelidir ve çözümler teklif etmelidir.

Diğer yandan Zaza iş adamları bu dili bu kültürü desteklemelidir. Çünkü bunu gerçekleştirmek için maddi desteğe ihtiyaç vardır. Çünkü onların da dilidir.

Hepsinden önemli olan şeyde budur; Zazaca bir Televizyon kurulması zorunludur. Bunu gerçekleştirmek için çeşitli kurumların sorumların devlet tarafından olsun sivil toplum kurumlarından olsun mutlaka Zazaca bir televizyona ihtiyaç vardır. Zazacayı okul ve üniversitelerde okutmakla bu tehlikeden kurtulmak yetmez.

Zazaca bir Televizyon ve Radyonun da 24 saat yayın yapması gerekir.

Ancak bununla ülkemizin bu dilini bu tehlikeden koruruz ve bunun için tüm sorunların tüm kültür severlerin tüm dilseverlerin ve insan severlerin buna destek olması lazım'' şeklinde konuştu.

Solhan Haber


------------------------------------------


Bugün 37302 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol